İnsanoğlu kadim zamanlardan beri, bir meseleyi öykü ile anlatma tutumunu sürdüre gelmiştir. Bizim kendi geleneğimizde, ilk şiirsel ürünlerden itibaren bu tutum açıkça gözlenir. Hikâye etme, hikaye edileni değil, öykülenmeye değer meseleyi aktarmak içindir. Kutsal Kitap’ların tümünde kıssalar buluruz. Meseller ve masallar, insanoğlunun ortak bilinçaltının derinliklerini yansıtır. Bugün de, öyküleyerek bir şeyi anlatma, haberleşme ortamları ne kadar çeşitlense de değişmemiştir. Tefsir geleneği içerisinde Risale-i Nur’un yeri nedir, sorununu ehline havale ediyorum. Ben, daha çok Risale’deki öykülerle ilgilendim. Bediüzzaman’ın, hikâye, kıssa, mesel veya vakıayı hayaliyye sözcükleriyle ifade ettiği şey, işte bu kadim geleneğin bugüne değin getirdiği bir eğilimdir. Öykülerin bir kısmı, Bediüzzaman’ın beslendiği kaynaklardan alınmadır. Kaldı ki onlarda da kimi tasarruflarda bulunmuş, kısmen müdahale etmiştir. Bir kısmı, Sekizinci Söz gibi, kaynağı tam olarak bilinmez ama (ki Totlstoy’un İtiraflar’ında da buluruz bu öyküyü, Tolstoy, eski bir şark masalı der. Ayrıca Suhuf-u İbrahim’den geldiği de söylenir) kadim bir anlatı kaynağına dayandırılır. Attar, Cami, Mevlana, Sadi, İkbal gibi Bediüzzaman da temsili anlatıma sıkça başvurur. Kimini kısmen değiştirir, yeniden kurgular, ekler veya azaltır, kimini aynen korur, geri kalanını ise, tümüyle kendi manevi deneyimleri sonucu elde eder. Vakıa dediğimiz tam da bu tecrübeden gelen öykü için kullanılır. Modern öykü ile vakıa’nın nasıl bir ilişkisi var, bu da cevabını ehlinin vereceği bir soru. Bu, bilimsel bir çalışma değil kuşkusuz. Risale-i Nur’daki meselleri bir arada bulmak isteyenler için yapılmış bir yeniden yazım.
Tanıtım Metni